10 Kasım 2011 den Atatürk e bakış
Bu gün 10 Kasım 2011, Ulu önder Atatürk ü ebediyen kaybettiğimizin 73. yılı.(Resim)
73 yıl önce doğanlar bile, onunla bir gün olsun beraber yaşayamadılar.
Onun hakkında yazılanları okumuş, söylenenleri duymuşlar; fakat bunlar da , yıllar içinde azalıp, adeta tükenmiş, yaptıkları da yıpratılmıştır.
Oysa bu gün, halâ bağımsız bir ülke olarak ayakta durabiliyorsak, ve medeni alemde saygın bir yerimiz oluşmuş ise, bütün bunları, onun attığı temeller taşımaktadır.
Aradan geçen 73 yılın ,ve daha birçok yılların, bu gerçekleri silmesine, unutturmasına imkan vermemeliyiz.
Bu kısa anma konuşmamda o amaçla ulu atamızın portresinde, birer küçük nokta olan birkaç tarihi gerçeği sizlere aktarmak istiyorum:
Bunun için , bizlere dışarıdan bakan ve tarafsız sayılan kişilerin sözlerinden ve izlenimlerinden örneklere ağırlık vermek istiyorum:
Yıl 1915 , Bilmeden katıldığımız, Birinci Dünya savaşında, donanmasını Çanakkale boğazından geçiremeyen düşman kuvvetleri,(Resim)
karadan yaptığı çıkartmalarla amacına ulaşmak ister ve karşısında Albay Mustafa Kemal i bulur.(Resim)
İşte bu inanılmaz tarihi Anafartalar direnişini gerçekleştiren birliğimiz, Birinci Dünya savaşına birlikte girdiğimiz Alman general Liman von Sanders in yönetimi altında çarpışmaktadır,(Resim)
Liman von Sanders mütarekeden sonra 1918 yılında Almanya ya döner ve orada
Fünf Jahre Türkei-Türkiye de 5 yıl adı ile anılarını yazar ve 1919 yılında kitabı yayınlanır.(Resim).
Kitabı Türkçe ye de çevrilir.(Resim)
Şimdi General in kitabında bu kısma ait yazdıklarına bakalm:
‘’Ogün akşama doğru Binbaşı Wilmer den aldığım haber,16.kolordu birliklerinin henüz tarafımdan emredilen açılma mıntıkalarına gelmedikleri yönünde idi.
Bunun üzerine gecikme sebebini kolordu komutanından sordum:
Cevap olarak, yorgun olan Birliklerin halinin hemen bir hücum yapmaya müsait olmadığını bildirdi.
Bu sebeple daha o akşam Anafartalar mıntıkasında toplanan bütün birliklerin komutasını Arıburnu Cephesinin kuzeyindeki 19. Tümen Komutanı Albay Mustafa Kemal Bey e verdim.
İlk askeri başarısını Trablusgarp ta kazanmış olan Mustafa Kemal Bey, Sorumluluk almasını seven, görevine bağlı bir komutan karakterine sahipti.
Kendisi 25 Nisan sabahı 19. Tümen ile ve kendi kararı ile muharebeye müdahale ederek düşmanı sahile kadar sürmüş, Bundan sonra da üç ay durmaksızın, şiddetli taarruzlara, kırılmaz bir dirençle karşı koymuştur.
Kararlılık ve çalışkanlığına tamamen güvenebilirdim.
Harbin sonunda Türkiye den ayrılırken yayınladığı veda mesajında şöyle yazıyordu:
31 Ekim 1918
Ordular grubunun emir ve komutasını Mustafa kemal Paşa hazretlerinin,birçok meşhur muharebede liyakat ve ehliyetini ispat eden ellerine devretmek mecburiyetinde kaldığım şu anda, emir ve komutam altında, imparatorluğun menfaati uğruna ifa ettikleri hizmetlerden dolayı bütün subay,memur ve erlere kalpten teşekkürlerimi sunarım.
Bu kitabı ve orada yazılanları çok önemli ve anlamlı buldum.
Çünkü 1918 de yazılmış ve 1919 da basılmıştı:
Atatürk ün daha sonraki başarıları henüz yaşanmamıştı.
Sadece Çanakkale zaferi sonrası İstanbul a dönüşünde Harbiye Nezareti tarafından kendisine Paşa rütbesi verilmişti.
İngiliz Donanması nın Çanakkaleye çıkartma yapma ve boğazı geçme çabasının kırılması o zaman İngiltere Bahriye Nazırı olan Winston Churchill’ i çok güç durumda bırakmış ve kendisini savunmak zorunda kalarak şöyle demişti(Resim:Churchill askerleri arasında)
Bahriye Nazırı
Churchill Askerleri Arasında
Her yüz yılda, bir ülkeden bir dahi çıkar.Yüz yılımızda bir Askeri Deha Türkiye den çıktı.Onu da ben karşımda buldum.Yanlış,eksik bir şey yapmadım .Bu sadece benim talihsizliğimden oldu.
1918-1919 yıllarında İstanbul da Şişlideki evinde(Resim),
bazan da Perapalas otelinde kalıyordu. Görünüşte yaptığı bir şey yoktu.O günlerde Gazeteci Refii Cevat ın kendisi ile yaptığı ve
Sadi Borak’ın Atatürk ün Istanbul'daki Hayatı adlı kitabından aktardığım bir mülakat da ilginçtir:
‘’Refii Cevat Mütareke Basını’nın önde gelenlerindendir.Kurtuluş savaşı boyunca Milli Mücadeleyi baltalayan yazılar yazmış, Sonunda 150likler içinde sürgüne yollanmıştır.
4 Şubat 1919 tarihinde Alemdar gazetesinin yazarlarından Refii Cevat (Ulunay)) M. Kemal Pasa ile ŞiŞli'deki evinde bir görüşme yapar. Refii Cevat bu görüşmeyi şöyle aktarır. :
"Sorularımı bitirip veda etmek üzere ayağa kalktığımda dedi ki:
- Biraz daha oturunuz lütfen.
Oturdum. Şöyle bir konuşma geçti aramızda:
- Soracağınız sorular bitti mi?
- Bitti Paşam.
- Bu vatan, içine düştüğü bu felaketten nasıl kurtarılır?,
- istiklaline nasıl kavuşturulur? Diye bir soru sormanı beklerdim.
- Af buyurunuz Paşa hazretleri ama, bugün içinde bulunduğumuz bu şartlardan bu vatanın kurtulmasını en uzak ihtimalle dahi mümkün görmediğim için böyle bir soru sormadım.
- Siz gene de böyle bir soru sormuş olunuz, ben de cevabımı vereyim, fakat yazmamak şartıyla.
- Zatialinizi dinliyorum Paşa hazretleri.
- Bakınız Cevat Beyefendi, sizin imkansız gördüğünüz kurtuluş yolları vardır :
- Bu gün herhangi bir teşkilatçı Anadolu' ya geçer de,milleti silahlı bir direnişe hazırlarsa, bu yurt kurtarılabilir.
"Heyecanlanmıştım". I. Dünya Savaşı süresince gücuümüzü öylesine tüketmiştik ki elimizde hiçbir şey kalmamıştı. Harplerden sağ kalanların ise ayakta duracak halleri yoktu.
- Nasıl olur Paşam! Diye yerimden fırladım. Paşa sakindi :
- Aklınızdan geçenleri tahmin ediyorum, dedi; doğrudur.
- Görünüş tamamen aleyhimizde. Ama düşmanlarımız olan bu büyük devletlerin bir de içyüzleri var.
-Nasıl Paşam.
-Anlatayim. Siz sanıyor musunuz ki, savaşı kazanmakla muttefikler aralarındaki bütün sorunları çözmüşlerdir. Aralarındaki asıl rekabet şimdi başlayacaktr. Asırlarca birbirleriyle boğuşan Fransızlarla ingilizleri ortak düşman tehlikesi birleştirdi.
Simdi o eski rekabet, bıraktıkları yerden tekrar başlayacaktır.
İtalya'nın da başı dertte. onlar da her an bir iç karışıklık yaşayabilirler. Sonuçta, Anadolu'da başlayacak bir milli direnişle hiçbiri mücadele edecek durumda değildir.
Böyle bir mücadelenin tam sırasıdır.
- Paşam, milli direniş güzel. Ama neyle? Hangi askerle, hangi silahla, hangi parayla? Maalesef Paşam, kupkuru bir çölden farksız oldu bu güzel vatanımız.
-Öyle göruünür Refii Cevat Bey, öyle görünür.
Ama çölden bir hayat çıkarmak lazımdır. Çöl sanılan bu alemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O da Türk milletidir.
Eksik olan şey teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse vatan da millet de kurtulur.
Mustafa Kemal' e veda ettim; matbaaya geldim. Ne kafam kalmıştı ne mantığım. Daha doğrusu anlattıkları bana deli saçması gibi gelmişti. Matbaada arkadaşlar anlat diyorlardı neler söyledi?.Anlattım:
Şu sıralar Anadolu' ya geçilir, orada teşkilat kurulur, vatan bağimsızlığına kavuşur, millet de özgürlüğüne kavuşurmuş, anladınız mı? arkadaşlar:
Bu deli değil, zır deliymiş.dediler
O günlerde, o şartlar içinde İstiklal Mücadelesine atılıp Turkiye' yi kurtarmaktan söz edenlere karşı herkes benim gibi düşünürdü. O
günlerde böyle düşünen TEK ADAM oydu;
Atatürk ün bu dönemine ışık tutan başka bir belge de
İstanbul a mütareke ile gelen İngiliz İşgal kuvvetleri komutanının
Osmanlı Harbiye Nezaretine yazdığı yazılardır.:(Resim)
İngiliz General oldukça nazik 19 Mayıs tarihli ilk yazısına cevap alamayınca tutumunu değiştirmiş ve
9 Haziran 1919 da şu yazıyı göndermiştir:
Sayın Ekselansları
Osmanli Harbiye Nazırı
Constantinople
General Kemal Paşa ve hey’etinin taşra bölgelerinde bulunmaları
arzu edilmemektedir.
Genel kanaat bu seçkin generalin heyeti ile birlikte ülke içinde seyahat etmesi bu günkü şartlarda rahatsız edici olmuştur .
General Kemal Paşa ve heyetinin derhal Constantinople a dönmesini emretmenizi talep ediyorum.
. Karadeniz orduları Baş komutanı General Milne .
General Milne den 19 Mayıs 1919 tarihli yazı:
Sayın Ekselansları,
Osmanlı Harbiye Nazırı
Constantinople
Sizi bilgilendirmekle şeref duyarım ki ,geniş bir hey’etle birlikte 9.Ordu Müfettişi niz Sıvas a hareket etmiştir.9.Ordu lağvedildiği halde bu subayların hangi görevle ve ne tarz bir terkiple oraya gönderildiklerini açıklarmısınız?
Karadeniz Ordusu Başkomutanı General Milne
Mustafa Kemal Paşa bu yazının yazıldığı gün Dava arkadaşları ile birlikte Bandırma vapurunda Samsun yolunda idi. ! (Resim)
İngiliz General oldukça nazik 19 Mayıs tarihli ilk yazısına cevap alamayınca tutumunu değiştirmiş ve
9 Haziran 1919 da şu yazıyı göndermiştir(Resim):
Sayın Ekselansları
Osmanli Harbiye Nazırı
Constantinople
General Kemal Paşa ve hey’etinin taşra bölgelerinde bulunmaları
arzu edilmemektedir.
Genel kanaat bu seçkin generalin heyeti ile birlikte ülke içinde seyahat etmesi bu günkü şartlarda rahatsız edici olmuştur .
General Kemal Paşa ve heyetinin derhal Constantinople a dönmesini emretmenizi talep ediyorum.
. Karadeniz orduları Baş komutanı General Milne .
( Bu arada Padişah ta kendisine, yorulmuş olduğunu düşünerek Avrupa da bir süre kaplıca kürü yapmasını tavsiye etmiştir. !!!)
Tabii tarihin seyrini hepimiz hepimiz biliyoruz.
Değerli arkadaşlarım ,
Atatürk bir nutkunda hayatta en hakiki mürşid (yani irşad eden,yol gösteren ) fendir,ilimdir. Demişti. Bu inançla Türkiyenin tek yüksek öğrenim kurumu İstanbul Darülfünunu nun bu ihtiyacı karşılayamadığı kanısında idi.Bu eksiği telafi etmek için Köklü bir eğitim reformuna karar verdi ve Darülfünunu lağvederek 1933 yılında o sırada Nazi rejiminin Almanya dan ayrılmaya zorladığı 40 kadar musevi asıllı değerli ilim adamınınTürkiye ye gelmesini sağladı ve onların da katkıları ile hem İstanbul Üniversitesini açtı hem de Ankara da yeni yüksek eğitim kurumlarını gerçekleştirdi.Bu çağdaş kurumlarda aydın bir kuşak ve değerli ilim adamları yetişti.
Almanya da Berlin de cerrahi hocası olan Profesör Rudolf Nissen bu ilim adamları arasında Cerrahpaşa Cerrahi Kürsüsü Başkanlığına gelen ünlü bir cerrahtı.(Resim).
Profesör Nissen den Atatürkün rahatsız olan kızkardeşi Makbule Atadan için tıbbi konsültasyon istendi.
Bu kısa buluşmada Atatürk ün Prof Nissen üzerinde bıraktığı izlenimleri Prof Nissen in hayat hikayesini yazdığı
Karanlık sayfalar Aydınlık sayfalar
adlı otobiyografisinde gördüm. Profesör Nissen bu buluşmayı şöyle anlatıyor:
‘’Yeni bir üniversite reformu yapma fikri Atatürk’ten çıktı.
Bu değerli kişi hakkında biraz daha konuşmaya değer:
Yıldızının parlamaya başladığı dönemde fazlasıyla politik- sağduyusu, cesareti, organizasyon kabiliyeti ve fikirlerini gerçekleştirmede benzersiz bir enerji sahibi idi.
1920’li yılların sonunda batı ülkeleriyle yakınlaşma çabaları,
ülkesini demokratik hale getirme amacını taşımakla birlikte bu dönemde kendi ağlarına o kadar hapsolmuştu ki, çok partili demokratik sisteme geçmeyi denemek fikrinden vazgeçmek zorunda kaldı.
Profesör Nissen devam ediyor:
Ben onu kız kardeşinin hasta yatağının başucunda tanıdım :
1935 yılında kariyerinin doruğundaki bu adam, bende, muazzam bir zekâ ve derin bir küçümseme duygusu taşıdığı izlenimi uyandırdı. O zamana kadar tanıdığım ve görevli ya da emekli generallerin ayrılmaz parçası olduğuna inandığım askeri tavırlardan eser yoktu.(Resim)
Birinci Dünya Savaşındaki, tek başarılı general olmasına ve İstiklal Savaşı sırasında Yunanlılara karşı kazandığı zaferler, bütün dünyada yaratıcılığın en parlak örneği olarak kabul edilmesine rağmen, giyiminde ya da davranışında asker kimliğine dair en ufak bir belirti vermiyordu.
Kendisini üniforma ile sadece bir kez İran Şahı için verdiği davette görmüştüm.(Resim)
Özenli bir Fransızca konuşuyor ve belli ki bu dili kullanmaktan zevk alıyordu.
Bir süre sonra konuşmamızı Almanya’nın durumuna getirdi. Kısa ve öz sorularından, konunun kendisini ne kadar meşgul ettiği ve Hitler’e karşı en ufak bir sempati duymadığı anlaşılıyordu.
Gerçi Hitler hakkında doğrudan söylediği olumsuz bir sözünü hatırlamıyorum,ama soruları ve mimikleri, gökyüzünde yükselen bu yeni diktatör yıldızından hiç hoşlanmadığını
ele veriyordu. Sadece bir kez belirgin bir sözüne şahit oldum:
Soru cevap oyununun bitiminde ben de Nazilerin savaş amaçlarını anlatmayı tamamladığımda, fikrini şahıslardan soyutlayarak sanki felsefi-psikolojik bir ifade olarak belirtiyormuş gibi:
Hayatında henüz ne devlet adamlığı ne de askerlik alanında başarı göstermemiş birine ,bütün yetkileri vermenin çok temel bir hata olduğunu ve bir onbaşının gerektiğinde kendisini general ilan etmekten bile çekinmeyeceğini söyledi.’’
İşte kültürlü bir ilim adamının, Atatürk ile kısa bir süre bir araya gelmesinde dahi,nasıl nadir bir kişilikle karşı karşıya olduğunu fark etmesi ve devlet adamlığına hangi vasıflarla layik olunabileceğini ondan dinleyerek nakletmesi ilginçti.
Değerli arkadaşlarım ,
Ulu önder Atatürk bu ülke için çok şey yaptı, çok şey verdi.
Eğer Onu unutmazsak,
Onu anmayı yılda bir ile sınırlamazsak,
Anılarını hatırlar ve hatırlatırsak
Yazdıklarını ve onun için yazılanları okursak ,
Bize hala ders vermeğe, öğretmeye ve yol göstermeye
devam etmiş olacaktır.
Kendimizi bundan mahrum bırakmayalım.
Ebedi şükranlarımızı sunar Allahtan rahmet dilerim..
Prof.Dr.Dr.hc.Erol Düren
Alman Hastanesi Tıbbi Direktörü
Yeni Yüzyıl Üniversitesi Mütevelli Heyet Üyesi.